top of page
Yazarın fotoğrafıBerat Çelikoğlu

31 Mart Zaferi, İlk Notlar

Başta CHP olmak üzere kimsenin beklemediği bir sonuç, zamansız bir zafer, ona paralel bir hüsran… Türkiye bir kez daha şaşırtarak şaşırtmadı denebilir. 31 Mart seçimleri kendinden çok söz ettirecek, pek çok olgu daha farklı biçimde tartışılacak bu kesin. Sol da en başta bu sonuçları neden öngöremediğimiz olmak üzere bir dizi başlıkta daha derin muhasebelere girmeli. Ancak tüm bunları hemen bugün tartışıp nokta koymak imkansız. Öyleyse bugün seçimlerin en belirgin çıktılarını derli toplu hale getirip serimleyerek biraz önümüzü açmakla yetinelim.


  • 31 Mart seçimleri muhalefetin tartışmasız zaferi ile sonuçlanmıştır. Bu zaferi yalnızca bir seçim aritmetiğine sıkıştırmak, özellikle 14-28 Mayıs seçimlerinin bizim cenahta yarattığı psikolojik yıkımı görmezden gelmek olur. Zira “zafer”, Türkiye’nin içine düştüğü karanlıktan kurtulma umudunu tümüyle yitiren milyonların yeniden umudu kazanmasını da kapsamaktadır: Yeni belediyeler kazanmanın ötesinde milyonları yeniden mücadeleye katacak psikolojinin de kazanılması… Eğer bu zaferin bir anlamı da bu olmasaydı, Hayati Yazıcı’nın “cinnet hali” olarak nitelediği bir seferberlik ilanıyla YSK’nın Van seçimlerine dönük darbe girişimine daha ilk dakikadan şerh koyulup bu karar geri çektirilebilir miydi?

  • CHP’nin müstakbel Cumhurbaşkanı adayı, bu zaferin ardından neredeyse tartışmasız biçimde Ekrem İmamoğlu olmuştur. Zaten kendi konumuna ve potansiyeline ilişkin diline ve icraatlarına yansıyan tutumu da bunu kanıtlar nitelikte. Sorulması gereken iki soru var: Birincisi, tüm toplumun yüksek sesle konuştuğu bu potansiyel karşısında Erdoğan susup 2028’i mi bekleyecek? İkincisi, İmamoğlu’nun Erdoğan’ı ezip geçeceğine ilişkin yaygın kanaatin maddi dayanak noktaları nelerdir? Ben bu iki soruya da üretilebilecek cevabın bugünden bakıldığında ölçeği ulusal düzeyde kalacak tartışmalardan türetilemeyeceğine inanıyorum. Yani bu olası seçimin koşullarını belirleyen unsurlar, Türkiye toplumunun değişen sosyolojisinin ya da özlemlerinin ötesinde (onları da içererek elbette) Türkiye’nin AKP iktidarı döneminde Orta Doğu’da ve ABD-Rusya ikilisiyle olan ilişkilerinde kat ettiği yolun çıktılarına ve iki tarafın da 2028 sonrasına ilişkin Türkiye’ye önereceği rotaya göre belirlenecektir. Bunun içinse şimdiden kesin çıkarımlarda bulunmak kulağa mantıklı gelmiyor.

  • İktidar cenahında, zaferi bütünüyle CHP’nin mümkün kılmadığı, aslında kazananın CHP değil kaybedenin AKP olduğu yönünde bir ilk değerlendirme baskın çıkmış görünüyor. Belirli ölçülerde buna katılmakla birlikte, CHP’deki “Değişim” tartışmalarının sanıldığının tam aksine CHP seçmeninde ve örgütünde etki yarattığını da ifade etmeliyiz. Sonuç itibarıyla bu zafer her ne kadar AKP seçmeninin sandığa gitmemesiyle mümkün olduysa, o kadar da CHP’nin 1 yıldan kısa bir sürede kitlesini yeniden sandığa gitmeye ikna etmesiyle mümkün oldu. İstanbul ve Ankara adaylarının bu konudaki özel konumunu işaret etmeden geçemeyiz elbette.

  • Bir kez daha iktidarın seslendiği halk açısından Recep Tayyip Erdoğan fenomeni ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin aynı duyguları ve çağrışımları yaratmadığı görülmüş oldu. Geçen sene birkaç yıldır süren bunca olumsuzluğa rağmen son tahlilde yine Reis’ini seçen milyonlar, bu sene (Nihayetinde Reis’i oylamayacak olmanın da verdiği rahatlıkla) onun işaret ettiği ve kazanması için mitingler yaptığı adaylara teveccüh göstermedi. 2019’da da benzeri olmuştu. 5 yıldır Türkiye, Erdoğan zaferine eşlik eden yılda muhalefetin yerel yönetimleri birer birer ele geçirdiği bir dikotomi ile yaşıyor ve bu Türkiye’nin bir normali haline geldi.

  • Muhalefet, bu defa kendini kanıtlamak için belki hak ettiği, belki etmediği bir fırsat daha yakalamış oldu. AKP’yi ve Erdoğan’ı meydana getiren koşullarda yerel yönetimlerin sahip olduğu tartışmasız önem de akılda tutulduğunda 5 yıl boyunca verilecek olan sınav gerçekten de hayati önemde. Bu sınavı muhalefet başarıyla tamamlar ve bu zamana kadar (Özellikle İç Anadolu’da) ulaşma imkanı bulamadığı kesimler başta olmak üzere emekçilere gerçek bir seçenek olduğunu kanıtlarsa, bu yerel yönetim başarısını da ülke siyasetinde dayanışmacı, halkçı, direngen bir tutumla desteklerse; örneğin Kürt halkıyla dayanışmaktan çekinmez, Türkiye’nin tarikat ve cemaat pençesinde kıvranmasına müsaade etmez ya da neofaşist akımların çapına oranla devasa boyutlarda sayılabilecek etkisini kırma konusunda elini korkak alıştırmazsa çok fazla güç biriktirebilir.

  • Sosyalistlerin en öncelikli görevi ise yeniden canlanma belirtileri gösteren bu direncin dinamosu olmak, toplumsal mücadelelerde gözünü kırpmadan bir katalizör görevi üstlenmek ve tüm irili ufaklı kazanımları Türkiye’nin tüm emekçi halklarının bir kazanımı olarak sahiplenmek şeklinde özetlenebilir.


Şimdilik bu kadar…

87 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page