Not: Okumakta olduğunuz yazı, İleri Kitaplığı'ndan 2020 yılında çıkan Engels Okuma Kılavuzu'nda yer alıyor. Birbirinden değerli okuma notlarının yer aldığı kitaptan çok faydalandım, size de mutlaka tavsiye ederim.
Şiddetli bir yağmurun yaklaşmakta olduğunu anlamanın iyi bir yolu da gök gürültüsünün sesine kulak vermektir. İşte Friedrich Engels’in kaleme aldığı yapıtları inceleyen bu değerli çalışmada bizim naçizane çabamız ise sağanak yağışın habercisi olan gök gürültülerinden birini, yani Komünizmin İlkeleri’ni etraflıca tartışmak olacak.
Metin hakkında tartışmaya başlamadan önce bu yazı ile neyi hedeflediğimizin altını çizmekte fayda var. Bu yazıda metni irdelerken yalnızca bu metnin sınırlarında kalan değerlendirmelerden mümkün olduğunca kaçınmaya, yani metni Komünist Parti Manifestosu ile arasındaki organik bağdan azade bir biçimde ele almamaya çalışacağız. Bununla birlikte teorik anlamda pek çok şey ifade eden bu metnin bir de “siyasi amentü” anlamı var ki, ona da yazıda bir parantez açmamak yazıyı oldukça eksik kılardı.
Avrupa’da Gök Gürlüyor, Fırtına Yaklaşıyor
Adiller Birliği (League of the Just) adıyla da bilinen ve daha sonra Komünist Birlik’e (Parti) dönüşecek olan birliğe 1846-47 yıllarında üye olan K. Marx ve F. Engels’in siyasi mücadele içerisinde pek çok görevi mevcuttu. Bu görevler pratik örgütlenmelerini de propaganda ve tartışma olanaklarını zenginleştirmek için metin yazımlarını da içermekteydi. Yazının konusunu oluşturan Komünizmin İlkeleri, Haziran 1848 Kongresi’nde -ki bu kongre aynı zamanda Komünist Birlik’in ilânı anlamına gelecekti- Birlik üyeleri tarafından tartışılmak üzere Adiller Birliği’nin Engels’ten bir metin kaleme almasını istemesi sonucunda ortaya çıkan bir metindi.[1]
Öncelikle şu soruyu sormamız gerek: 1840’lı yılların Avrupa’sında bu metni yaratan toplumsal gerçeklik neydi, Komünizmin İlkeleri nasıl bir Avrupa’ya doğdu?
Fransız Devrimi’nden bu yana kazanın altındaki ateş bir kez bile sönmemiş, dişe diş mücadelelerin beşiği haline gelmiş bir Avrupa’dan söz ediyoruz. Napolyon’un durdurulmasının ardından kapitalistleşmenin hızını gün geçtikçe arttırdığı; feodalizmin nihai tasfiyesinin koşulları olgunlaşırken bir avuç burjuva için servet anlamına gelecek büyük sanayileşmenin, milyonlarca köylü ve yoksul için büyük yoksullaşma anlamına gelmeye başladığı Avrupa’dan. Klasik tanımdan da aşina olduğumuz üzere sanayileşmede ve ekonomik egemenlikte önü alınamayan İngiltere’nin, kıta boyunca devrim ateşinin kıvılcımı sayılabilecek siyasal atmosferi ile Fransa’nın ve bu ikisinin pek çok anlamda gerisinden gelerek felsefede ve bilimde en ileriyi zorlama iradesi gösteren Almanya’nın başını çektiği Avrupa’dan.
Büyük sanayileşme, büyük yoksullaşmayı beraberinde getiriyor demiştik. Gerçekten de öyledir: Engels’in Komünizmin İlkeleri’ni kaleme aldığı sıralarda Avrupa’nın pek çok yerinde köy komünleri dağılıyor, köylüler ve zanaatkarlar işlerini kaybederek yığınlar halinde proleterleşmeye mecbur kalıyorlardı. Sanayileşmenin insanlığın ihtiyaçlarını daha büyük ölçekte karşılayabileceğine dair başlarda oldukça normal bulunan beklenti, hızla kapitalistleşen Avrupa ülkelerinde karşılığını bulamıyordu. Kapitalizm ve burjuvazi, feodalizme nazaran geniş halk kitlelerine daha gelişmiş haklar ve daha iyi bir yaşam vaadediyordu, doğru; ancak 1848 devrimlerinin de gösterdiği gibi bu vaatlerin de bir sınırı vardı. Nitekim, daha iyi koşullarda yaşamak isteyen işçi sınıfı, burjuvazinin iktidarı tesis edilir edilmez “aşırıya kaçan istekleriyle” ulusu tehdit eden bozguncular ilan edilecekti ve işçi sınıfı da hiçbir hakkının kendisine verilmeyeceğini, o hakların ancak mücadele ederek alınabileceğini acı yollardan öğrenecekti.
İncelediğimiz metnin ilk taslağı “Komünist İman Yemini Taslağı” (Draft of a Communist Confession of Faith) adını taşıyordu ve Haziran 1847’de kaleme alınmıştı. Daha sonra Engels’in görüşler ve öneriler doğrultusunda zenginleştirerek daha gelişkin bir hale getirdiği metin, Ekim 1847’de Komünizmin İlkeleri adıyla ikinci taslak halini aldı. İki taslak arasında yöntemsel ve perspektif olarak doğrudan ilişki mevcuttu ve işin ilginci, bu iki taslaktan ikincisi, yani Komünizmin İlkeleri 1914 yılında yayınlanabilmişken, ilk taslağa 1968 yılına kadar ulaşılamadı.
Bu metni özel bir öneme kavuşturan ve bundan hareketle yazımızın başlığını da belirleyen olgu ise, Karl Marx’ın Komünist Parti Manifestosu’yu aslen Engels’in bu metnine dayandırarak kaleme alacak olmasıydı. 23-24 Kasım 1847 tarihli mektubunda Engels’in kendi kaleme aldığı ilk taslağa yönelik özeleştirel yaklaşımı ve Marx’a yaptığı öneri bizim için çok önemli:
İman yemini hakkında biraz düşününce, sanırım yapılabilecek en doğru şey soru cevap (catechetic)[2] formunu terk etmek ve metni ‘Komünist Manifesto’ olarak adlandırmak. Metin kesin bir tarihsel anlatı da içermek durumunda olduğu için, benimsenen anlatım tarzı oldukça uygunsuz görünüyor. Ben yanımda Komünizmin İlkeleri'ni de getireceğim, ancak her ne kadar daha basit bir formda kaleme alsam da metnin oldukça aceleye geldiğini belirtmeliyim.[3]
Engels mektupta Marx’a taslakların form olarak uygunsuzluğundan söz ederken, bu metinlerden yola çıkılarak bütünlüklü ve tarihsel yönü olan bir eserin yaratılması gerekliliğinin de altını çizmiş oluyor. Marx da ilerleyen aylarda bu davete icabet ediyor ve Komünizmin İlkeleri’ni de bir dayanak kabul ederek, burjuvazinin 150 yılı aşkın süredir pahalı elbiselerini ıslanmaktan koruyamadığı o sağanak yağmuru muştulayan eseri kaleme alıyor: Komünist Parti Manifestosu.
Öncülleri ve ardılları sayesinde çerçevesini belirginleştirmeye gayret ettiğimiz Komünizmin İlkeleri, aşağı yukarı böyle bir tabloda kaleme alındı. Bir amentü olarak (ilerleyen kısımlarda değineceğiz) kaleme alınan iki taslak ve Komünizmin İlkeleri, Komünist Parti Manifesto’nun yazımına giden sürecin fikri öncülüğünü üstlenmiştir demek yanlış olmaz.
Komünizmin İlkeleri
Komünizmin İlkeleri’nin bir önceki taslağının neden bir “amentü” olarak adlandırıldığını ve Engels’in daha sonra ikinci taslakta metnin formuna yönelik bir özeleştiriye neden yer verdiğini tartışarak metnin içeriğinden söz etmeye başlayabiliriz.
Amentü kelimesi, özetle “imânın esasları” anlamına gelmektedir. Bu durumda “Komünist Amentü”, esasen komünistlerin imân ettiği (etrafında birleştiği) esaslar bütünü demek oluyor. Bizce Engels metni kaleme alırken iki olguyu hesaba katmak zorundaydı: Komünizm fikrine dönük gerçekçi yaklaşımların noksanlığı ve metnin komünizm fikrinin pratik yaşamda bir karşılığını yaratmaya yönelik heyecan yaratma zorunluluğu. Bu iki durumun bir aradalığının basit bir sonucu var: Soru-cevap şeklinde kaleme alınan bu metin ne sorular ne de cevaplar bazında muhataplarının yaşamından kopuk olmalı. Daha açık bir ifadeyle sorular, metnin muhatapları tarafından gerçekten sorulması mümkün sorular olmalıyken, cevaplar da muhataplar tarafından gerçekten anlaşılabilir ve etrafında bir araya gelinebilir siyasi bir niteliğe sahip olmalı.
Komünizmin İlkeleri bu nedenlerle Adiller Birliği’nin üyelerinin etrafında birleşeceği ve örgütleneceği esasları ortaya koymayı amaçlıyor. Komünist Parti Manifestosu ile yöntemsel bir farklılık taşısa da amaç birliği bu noktada neredeyse düz bir çizgide ilerlercesine bozulmamış görünüyor.
Toplam 25 soruya verilen cevaplardan oluşan metnin ilk sorusu “Komünizm nedir?” olurken, sanayi devriminin sonuçlarının ne olduğundan, komünistlerin dine nasıl yaklaştığına, özel mülkiyetin nasıl kaldırılabileceğinden tek ülkede devrimin olanaklılığına kadar oldukça kritik öneme sahip sorulara cevaplar veriyor Engels. Metnin özgün halinde kimi sorulara “kalacak” cevabının verilmesi ve bu cevabın aslında “Komünist İman Yemini Taslağı’ndaki cevap aynen kalacak” anlamına gelmesi de taslaklar arasındaki bağın net bir ifadesi aslında. Yer alan 25 soruda kimi noktalarda genel geçer cevaplar yer alırken, kimi noktalarda ise daha detaylı anlatımlara başvuruluyor. Ancak yine de metnin bir esaslar bütünü olduğu gerçeği ihlal edilmeden, her soruda bu dev çokgenin bir köşesi daha kalemle çiziliyormuş hissi uyanıyor okurda.
Metinde yer alan 25 soruyu ayrı ayrı ele almanın yazımızın amacının dışına çıkmak anlamına gelmesi bir yana, bu tarz bir çaba dikkat dağıtıcı bir sonuç da yaratabilir. Bununla birlikte önümüzdeki manzaraya bütünlüklü olarak bakıp kimi yorumlar yapabiliriz.
Komünizmin İlkeleri’ne hakim olan anlayışın, metnin öncesinde komünizm fikrine dair ortaya konmuş fikirlerin hamlığına ve gerçek dışılığına nispet yaparcasına oturaklı ve akılcı bir anlayışı geliştirdiği söylenebilir. Komünizmin ve proletaryanın ne olduğuyla başlayan sorular dizisinde hikayenin başkahramanını erkenden tanıtmayı seçen Engels, proletaryanın oluşum ve yaşam koşullarından en gerçekçi haliyle söz ediyor ve aslında tüm sorularda proletaryanın neden hikayenin başkahramanı olduğunu farklı açılardan açıklamaya girişiyor. Bununla birlikte özel mülkiyetin varlığını metin boyunca proletaryanın sefaletinin bir numaralı gerekçesi olarak tanımlamayı unutmuyor ve yine özel mülkiyetin kaldırılmasının olanaklarını tartıştığı cevaplara da dikkatli yaklaşıyor. Özel mülkiyetin varlığına ve onun ortadan kaldırılışına olan yaklaşımı, proletaryaya umudun yatağını işaret ederken, ona Alaaddin’in sihirli lambası ya da uçan halısından medet umulamayacağını defaatle tekrarlıyor.
Metnin siyasal amentü olma özelliği, soruların ayak izleri sürüldükçe daha belirgin biçimde görülebilir. Başta teorik, ekonomik ve sosyal çerçevesi çizilen proletaryanın, metin ilerledikçe bir siyasal devrimin nasıl parçası olabileceği ve komünistlerle ilişkilenebileceği gibi hususlara da çubuk bükülüyor. Daha sonra Komünist Parti’ye dönüşecek birliğin üyelerinin dine ya da milliyetlere karşı nasıl bir tutum takınabileceği, kadınların komünist mücadelede nasıl bir rol oynayabileceği gibi soruları cevaplama girişiminin sebebi de bu olsa gerek. Engels komünistlerin işçi sınıfıyla birlikte yürümesi gereken yolu gösterdiği kadar o yolun taşlarını da döşemeye girişmiş görünüyor.
Komünizmin İlkeleri’nde kimi özgün vurgular
Metne ilişkin genel bir değiniden sonra, kimi yanıtlarda yer alan önemli vurgulara dikkat çekmekte fayda var. Bu vurgulara dikkat çekiyor olmamızın sebebi metnin kalanındaki vurguların artık geçerliliğini yitirmesi değil, aksine, bu vurguların sanki bir kapsüle yazılıp geleceğe not bırakılmışcasına 150 küsur yılın ardından daha da yakıcı anlamlara gelmesi.
Metinde yer alan ikinci soru, “Proletarya nedir?” başlığını taşıyor ve Engels’in cevabı şöyle:
Proletarya, toplumun, geçim araçlarını herhangi bir sermayeden elde edilen kârdan değil, tamamıyla ve yalnızca kendi emeğinin satışından sağlayan; sevinci ve üzüntüsü, yaşaması ve ölmesi, tüm varlığı emek talebine, dolayısıyla işlerin iyi gittiği dönemler ile kötü gittiği dönemlerin birbirlerinin yerini almasına, dizginsiz rekabetten doğan dalgalanmalara dayanan sınıfıdır. Proletarya ya da proleterler sınıfı, tek sözcükle 19. yüzyılın çalışan sınıfıdır.[4]
Bu cevapta ilgimizi çeken, Engels’in proletaryanın en az ekonomik varoluş koşulları kadar sosyal yaşamına ilişkin yaptığı vurgu. Özellikle orta sınıf kavramının alevlendirildiği bir dönemden başlayarak günümüzde ifadesini “artık işçilerin son model telefonu ve evi var” şeklinde ucuz itiraz cümlelerinde bulan “işçi sınıfı diye bir sınıf kalmadı” tezine başlı başına bir tokat sayılmalıdır bu cümle. Yaşam koşullarındaki ekonomik iyileşme (bu da sınıf mücadeleleri sayesindedir oysa) hangi boyuta ulaşmış olursa olsun, hâlâ sevinci ve üzüntüsü, yaşamı ve ölümü emek sömürüsü tarafında bıçak keskinliğinde belirlenen milyonlar vardır, kapitalizm yıkılana kadar da var olmayı sürdürecektir. 100 yıl öncesine kıyasla bir kredi çekip ev alabildiği için liberallere göre “proleter sayılamayacak kadar” şanslı sayılan işçiler, bu vurguya göre hâlâ alabildiğine işçidir. İşçi sınıfının varoluş koşullarını salt ücret dengesine bağlayan sığ yaklaşımların çürüklüğüne bir kez daha tanık oluyoruz.
Komünist Parti Manifestosu’na hakim olan atmosferin daha sonra pek çok tartışmaya sahne olan bir kısmıyla ilgili Engels’in “Proleter, köleden hangi bakımdan farklıdır?” başlıklı 7. soruya verdiği cevaptan bir bölüme yer vereceğiz. Cevabının başında kölelerin pek çok açıdan proleterlerden daha iyi koşullara sahip olduğunu açıklayan Engels, cevabını şu önemli vurguyla nihayete erdiriyor:
Şu halde, köle, proleterden daha iyi bir geçime sahip olabilir, ama proleter, toplumun gelişmesinin daha yüksek bir aşamasına aittir ve kendisi de köleden daha yüksek bir aşamada bulunur. Köle, bütün özel mülkiyet ilişkileri arasından yalnızca kölelik ilişkisini kaldırarak kendisini özgür kılar ve böylelikle ancak o zaman bizzat bir proleter haline gelir; proleter ise ancak genel olarak özel mülkiyeti kaldırarak kendisini özgür kılabilir.[5]
Bu özel vurgunun, Komünist Parti Manifestosu’nda burjuvazinin tarihteki devrimci rolüne yönelik tespitin organik bir öncülü olduğunu görmemek mümkün değil. Bununla birlikte, belki de bu vurguyu dikkatle incelememenin sonucunda tarihsel bir bakıştan uzaklaşarak Marx ve Engels’i burjuvaziye çarpık ve aşkın bir anlam yüklemekle eleştirenler, hatta Marx’ın Manifesto’yu aslında burjuvazinin devrimci rolünü övmek için kaleme aldığını iddia edenler dahi olmuştu.
Oysa Engels’in, proleterlerin her şeye rağmen köleliğe kıyasla tarihsel ve toplumsal olarak daha ileride konumlandığını öne sürmesi, Marx’ın Manifesto’da feodal düzenin yıkılışı aşamasında burjuvaziye tarihsel olarak devrimci bir rol biçmesi ile gayet uyumlu bir birliktelik içeriyor. İki örnekte de tarihsellik vurgusu en ön plandayken, ne Engels’in proletaryaya karşı köleliği ne de Marx’ın burjuvaziye karşı feodalizmi savunmuyor olması, tarihselci yöntemin bir sağlaması sayılmalı.
İki vurguya daha birlikte yer verip sonuç kısmına geçebiliriz. Bunlardan ilki, “Sanayi devriminin ve toplumun burjuvalar ve proleterler olarak bölünmesinin ilk sonuçları neler oldu?” başlıklı 11. soruya Engels’in verdiği cevapta yer alan bir kısımla ilgili:
(…) Büyük sanayi, böylece, dünyanın bütün halklarını birbirleriyle ilişki içerisine sokmuş, bütün küçük yerel pazarları dünya pazarına katmış, her yerde uygarlık ve ilerleme için zemin hazırlamış ve uygar ülkelerde olan her şeyin bütün öteki ülkelerde de yankılar uyandırmasına neden olmuştur. Böylece, İngiltere ya da Fransa’da işçiler şu anda kendilerini kurtaracak olsalar, bu, bütün öteki ülkelerde de, bu ülkelerin işçilerine er ya da geç kurtuluş getirecek devrimlere yol açacaktır.[6]
Kapitalistleşme ve tekelleşme süreçlerinin bir arada incelendiği cevapta Engels’in büyük sanayinin oluşumunu büyük isyanların oluşumuna, büyük devrimlerin ise başka yerlerde büyük devrimlere yol açacak oluşuna vardırması dikkate değer. Bu vurgudan zorlamayla bir tür “başka ülkelerde kendi kendine gerçekleşecek devrim ve kurtuluşlar” anlamı da çıkartılabilir; bununla birlikte metnin bütünlüğü ve amacı ele alındığında bu vurgu bize daha ziyade devrim olgusunun evrensel niteliğinin bir kez daha altının çizildiğini düşündürüyor.
Son olarak ise Engels’in “Bu devrim nasıl bir yol izleyecektir?” başlıklı 18. soruya verdiği cevapta demokrasi ile ilgili şu vurgusuna dikkat çekeceğiz:
(...) Özel mülkiyete doğrudan saldıran daha ileri önlemleri gerçekleştirmenin ve proletaryaya geçim araçları sağlamanın bir aracı olarak hemen kullanılmayacak olduktan sonra, demokrasinin proletaryaya hiçbir yararı olmaz.[7]
Hemen bu vurgunun ardından dönemsel olarak talep edilebilecek 12 demokratik talebi sıralayan Engels’in, demokrasiyi tümden önemsizleştiren yaklaşımlarla pek fazla vakit kaybetmediği anlaşılıyor. Bu uyarı, burjuvazinin demokrasi “yükünden” kurtulmaya çalıştığı günümüz kapitalizminde git gide daha farklı anlamlara çıkabilecek demokratik taleplerin “ultra sol” bir tavırla görmezden gelinmemesine, bununla birlikte burjuva demokrasilerinin komünistler tarafından özel mülkiyete yönelik ileri önlemleri hayata geçirmenin imkânlarının zorlandığı siyasal biçimler olarak kullanılmaya çalışılmasına yönelik dikkat çekici bir uyarı sayılmalı.
Bitirirken
Tarihsel figürlerin özellikle daha sonraları insanüstü özelliklerle donatılanlarının üzerinde mistik bir perde vardır: Bu figürler oldum olası en doğruyu düşünmeye, hiç yanılmadan hep bilmeye, tek seferde dahiyane eserlerle/icraatlarla ortaya çıkıvermeye programlıdırlar! Biz komünistler açısından yırtılıp atılması gereken bu perde, söz konusu Marx ve Engels olduğunda detaylı irdelemeleri de beraberinde gerektiriyor.
Komünizmin İlkeleri, bu makalenin yazarına bir gerçeği bir kez daha hatırlatmıştır: Ne Marx ne de Engels ustaca yeteneklerinin ötesinde doğaüstü güçlere sahiptir; yalnızca zafere kadar mücadeleye yeminli birer komünisttirler. Komünist İman Yemini Taslağı, Komünizmin İlkeleri, Manifesto ve daha nicesi: İşçi sınıfının amentüsü yaşamın gerçeklerine dayanan temellerini koruduğu sürece, kapitalizme karşı galip gelene kadar ısrarla sürdüreceğimiz bir kavga hâlâ nefes alıyor demektir.
[1]Bu yazıda Komünizmin İlkeleri için şu kaynağa başvuruldu: Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, Karl Marx – Friedrich Engels, Çeviren Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, Dokuzuncu Baskı, Ankara 2011 [2] Catechetic: Bu tabir, Hristiyanlıkta küçük çocuklara dinin kimi esaslarının öğretilebilmesi için benimsenen ve soru/cevap şeklinde ilerleyen bir çeşit pedagojik süreci tanımlıyor-BÇ [3] Seçme Yazışmalar 1 / 1844-1869, Karl Marx ve Friedrich Engels, Sol Yayınları, Çeviren Yurdakul Fincancı, sayfa 43, Birinci Baskı, Kasım 1995, Ankara [4] Age, sayfa 168 [5] Age, sayfa 172 [6] Age, sayfa 173 [7] Age, sayfa 179
Kommentare