top of page

Politik Absürdizm Çağında Siyaset

  • Yazarın fotoğrafı: Berat Çelikoğlu
    Berat Çelikoğlu
  • 22 May
  • 3 dakikada okunur

NOT: Absürt bir tesadüf olarak bu yazıyı 18 Mart sabahı bitirip kaydetmiştim. Yazıda sözünü etmeye çalıştığım "politik absürdizmin" yerli ve milli bir başka tezahürünü 19 Mart'tan bu yana acı biçimde deneyimliyoruz.


Siyasette her yeni duruma karşılık gelecek yeni bir kavram bulma “macerasını” pek sevmesem de, elimizdeki verili yaklaşımın dünyada neoliberal kapitalizme özgü siyaset yapma biçiminin son 10 yılını açıklamakta oldukça yetersiz kaldığını düşünüyorum.

Filmi biraz geriye saralım: Geçtiğimiz asırda iki büyük uluslararası ölçekli savaş, sayısız başarılı ve başarısız devrim, suikastlar, ekonomik buhranlar ve suyun akışını değiştiren olaylar gelip geçti. Aynı düzey ve sıklıkla olmasa da tüm bunlar hala yaşanmaya, dünya savaşlara tanık olmaya, bu savaşlar genişleme eğilimi sergilemeye, suyun akışını değiştiren olaylar yaşanmaya devam ediyor.


Ancak bugün, bu gelişmeler karşısında geçtiğimiz yüzyılda ürettiğimiz tepkileri toplum olarak üret(e)miyoruz. Dünyanın en büyük faşist kitle katliamcılarından biri olan Adolf Hitler’i internet meme’i, kadın katillerine mafya dizilerinin müzikleriyle yapılan olumlayıcı “edit” videolarını ise viral hale getirip baştacı ediyoruz. Geçen asırda dünyanın başına bela açan olguları, bugünün sorunlarına üretilmiş cevaplar olarak görüp kucaklıyoruz. Bu hafıza kaybının sebepleri de düşünülüp tartışılmalı.


Yalnızca Türkiye’ye özgü bir durum olmayan bu yeni refleksler bir sonuca götürüyor bizi: Bildiğimiz tarzda siyaset, feshediliyor. Yeni durum, bilindik ve alışılageldik olanla uyumlanamıyor. Uluslararası hukuk, kurumlar, yaptırımlar; bugünün siyaset düzeninde bunların ne yeri var ne de anlamı.


Albert Camus, Yunan mitolojisinden ödünç aldığı Sisifos karakterinin hikayesinde atıfla saçma, yani absürt olanı bilinç sahibi olan insan ile dünya arasında anlamlı bir ilişkinin yokluğu üzerinden tanımlar. İşte bu uyumsuzluk, saçmalık, “yokluk” bugün siyasette de kendini iyice hissettirmektedir.


Geçtiğimiz aylarda ABD seçimlerinde müesses nizamın korkuyla kovaladığı Donald Trump, eze eze yeniden başkan seçildi. Bu defa yanında, Elon Musk’ı da Beyaz Saray’a taşıdı. Trump ve Musk, şimdilerde adeta tüm dünyayı ilgilendiren savaş, kıtlık, küresel ısınma, insan hakları gibi konularda, bilgisayar oyununda dahi karşılaşsak puan kaybederiz korkusuyla sergilemeye çekineceğimiz kararlar alıp uygulamaya koyuyor. Coğrafyaları etkileyen kararları alırken dalga geçiyor, kapitalist dünyanın politik kalbi olarak işlev gören Beyaz Saray’ı en absürt hareketleri sergiledikleri, gazetecilerle ve devlet başkanlarıyla alay ettikleri bir gösteri merkezi olarak kullanıyorlar.


Türkiye siyasetinde de bu politik absürdizmin tezahürü, “bir gün Mersin’e ertesi gün tersine” işleyen düzen siyasetinde görülebilir. Ne olduğunu, kimlerden oluştuğunu, kimleri temsil ettiğini bilemediğimiz bir mekanizma, örneğin 3 ay önce milli güvenlik sorunu olarak lanse ettiği bir siyasi öznenin artık Türkiye Yüzyılı’na geçilmesinin önündeki kilit süreçlerden birinin anahtarı olduğunu salık veriyor ve bu türden “kıvraklıklar” yığınlarda pek de sarsıntı yaratmıyor.


Eylemde de söylemde de tavizsiz olan tek şey bu tutumun kendisi artık. Tutum kendisini muhafaza ettiği, özneler anlam ve bütünlükten soyutlanabilir uzaklıkta kaldığı sürece her şey “alınıp verilebilir”, söylenebilir, yapılabilir. Yapıyorlar, çünkü yapabiliyorlar.


Elbette yeni gerçekliğin de bir tarihsel arkaplanı var. Neoliberalizm, kamusallığın tasfiyesi ve her şeyin piyasa kurallarına adapte edilmesindeki ısrarı neticesinde önce hakim siyaset düzenini tek bir amaç etrafında yeniden dizayn ederken, ardından bu amacın “yüceliği” karşısında başka amaçlar aramanın anlamsızlığını buyurdu.


Uzunca bir süredir kapitalizm, tüm dünyada bir meşruiyet ve medeniyet krizi yaşıyor. Öte yandan dünya işçi sınıfı hareketlerinin yarattığı sınıfsal tehdit zayıfladıkça, bu meşruiyet kaygısı yerini zor aygıtının pervasızlığına terk ediyor. “Yapıyorum çünkü yapabiliyorum” siyaseti bu kaynaktan neşet ediyor.


Gerçekten de öyle: Savaşın en yoğun döneminde başına bombalar yağdırılan Filistin halkına “Gazze’yi sizden alıp mükemmel bir sahil kenti yapmayı düşünüyorum” demekle savaştaki bir ülkenin liderine, okul münazarası yapmak için kurgulanmışcasına bir ortamda “Birdenbire büyük adam oldu, biz olmasak birkaç günde savaşı kaybedecek” demek arasındaki ortak nokta nedir? Seçimleri kazanmak için hazırlanmış bir montaj videoyu meydanlarda yüz binlere izletip, seçimlerin ardından “ama montaj, ama şu ama bu…” diyerek savunmayı da buna eklesek?


Ortak nokta, nihai amaç, yalnızca piyasa çıkarlarının tartışma kapsamı dışında bırakılmasıdır.

Bu ortak nokta karşısında politika, toplumsal anlamını yitirmiştir. Döngü şudur: Emekçilerin hayatta kalma mücadelesinin rasyonel gerekleri karşısında emek rejiminin irrasyonelliği, o irrasyonelliğe artık pek de uygun düşen bir politik absürdist siyaset çağında geniş halk kesimlerinin çaresizliği.


Bu çaresizliği aşabilmenin yegane yolu ise politikayı yeniden toplumsallaştırmak. Emekçilerin siyasete katılma hakkı, dünya sosyalist hareketinin uzun yıllar boyunca yılmadan savunduğu hem ilkesel hem politik bir başlık olarak zaten önemliydi. Ancak bugün, politikaya yeniden toplumsal anlamını kazandırmak açısından daha da fazla önemlidir.


Toplumsal açıdan gerilemiş, mevzilerini kaybetmiş ve bu doğrultuda son çare ilkelerine sarılmış sol sosyalist hareketlerin mevcut haliyle bu cendereyi aşması pek de mümkün değil.

Kitleleri anlama, dönüştürme ve hareket ettirme kabiliyetini yeniden kazanabilmek için sol, ifadesini bulmakta zorlanan ilkelerini sinyallemekten uzaklaşıp bu ilkelerden yola çıkarak oluşturulmuş taktiklere ve stratejilere yönelmeli. Dünyada fırtına gibi esen aşırı sağ rüzgarları taşıyan toplumsallığın (hepsi olmasa da) ürettiği sol refleksleri tespit etmeli ve bunların neden günün sonunda solun değil de sağın örgütlenmesine faydalı olduğunu özeleştirel açıdan ele almalı.


Sol yeniden siyasete dönerse, emekçiler de belirlenen değil belirleyen olarak bu tabloda yerini alacaktır…

 
 
 

Comments


  • Instagram
bottom of page